7 Ekim 2013 Pazartesi

En Güzel Yerinden



Bir şeyin en güzel yeri hep ütopiktir. Dünyayla başlar ütopi. Dünyanın en güzel kıtasında olmak, o kıtanın en güzel ülkesinde yaşamak ya da yaşanamıyorsa bile bir süre bulunmak, o ülkenin en güzel şehrine gitmek, o şehrin en güzel mekanına oturmak ve o mekanda en güzel içkileri içip en güzel yemeği yemek, o yemeğin en güzel yerinde ısırmak ister insan, en başta. doğası budur.

Ben de istemiştim, en güzel yerinden öpmeyi.

Sen 19'dun o zaman, ben 22. Kalıcı bir bağın temeli ufak şeylerle atılır. Bir bakış, bir gülüş, yürüyüş, saç şekli, ses tonu, koku, üstteki gömlek ya da kaşınış... Evet, kaşınışın. O gün oturduğum kantine gelip seni rahatsız eden o minik titreşimi savmak için kazağını 3 santim kaydırdığında oldu her şey. Parmaklarının ucunda tırnaklarının sürtünerek vals ettiği yer, boynunun gövdenle birleştiği yer, yurdum oldu o dakikadan sonra.

O gün, o dakika, o an, orada; bildiği her şeyi unuttum. O güne kadar öğrendiğim her şey bir anda tarihe karıştı. Belki de ben istemiştim bunu. Bir bebek gibiydim. Saf, temiz. En güzel yerin gibi.

Günler, aylar, yıllar geçti. Sen bilmeden ben hep en güzel yerini izledim. Neden bilmem, her bakışımda serin bir rüzgarla birlikte bir portakal kokusu geliyordu burnuma.

Şimdi üzerinden yıllar geçti. Sen neredesin, ne yapıyorsun bilmiyorum. Ben en güzel yerini tanıdıktan sonra öğrendiklerimle yaşıyorum. Seni her özlediğimde de bir portakalı kokluyorum önce; sonra ısırıyorum, en güzel yerinden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder